Geçtiğimiz günlerin birinde arkadaşım, ekonomist-siyasetçi Ayşegül Öney Cankurtaran ile fikir, bilgi, inanç konularında felsefi bir sohbet yaparken tek kurtarıcının insanlık belleğinde yer alan en kalıcı, en gerçek duygu olan SEVGİ bağlamında sürdürdüğümüz sohbetten birkaç enstantaneyi okurumla paylaşmak istedim:
Sevgi nedir?
Sevgi insanların yaşam şekillerine, hayatta aldıkları tortulara, neden ne öğrendiklerine, hangi olguları nasıl algıladıklarına bağlı aslında bütün hissedilen her şeyin toplamı…
Sevginin başlangıç noktası var mı?
Bir çocuk doğduğunda sevgiyi nasıl aldığıyla bağlı olarak geliştirir. Bir baraj gibi düşünün. Bir sevgi şelalemiz olsun… O şelalenin suyunun nereden geldiği, nereye aktığı çok önemli. Suyu nereden biriktirdiği çok önemli: Yağmurla mı besledi? Yeraltı suyuyla mı besledi? Taşıma suyuyla mı besledi? Sevgi de aynen böyle bir şey aslında … biriktirdiğimiz, herkesten aldığımız -almak istemediklerimiz de dahil olmak üzere- yaşadıklarımızın bütünüdür sevgi. Tüm yaşananların yansımasıdır.
Ya, aşk?
Aşk ise bir kimya! Bu sevgi içerisinde karşı cinse duyulan bir kimya… Aşk sadece karşı cinse duyulan bir kimya olmaktan çıkıp eğer başka bir alana -sanat aşkı, meslek aşkı, para aşkına- dönüşürse, bu aslında 21. yüzyılın ve elbette 20. yüzyılın insanlardaki hırs ve bireyselleşmenin sonucu. Bizim jenerasyonumuzda, bildiğim anlamda bir şeye aşk denebilmesi için karşı cinse duyulan yoğun sevginin kimya ile birleşmesi gerekiyor. O kimya ki, aslında vücutta bazı hormonların yoğun olarak çok kısa bir süre olmasıdır.
Peki… aşk sevgiyle nerede bağlantılıdır?
Yoğun sevgi bir dönem için aşka dönüşür ama aşktan sonra kalan sevgi o tortuyu çok daha fazla barındırdığı için çok daha derin ve kalıcıdır. Sevgi genelde doğuştan gelen sevgi… ki bu sadece anne-baba ve birincil çevre ile - yani temasla olan sevgi ile, kendi yaşadıklarını biriktirerek oluşturduğu sevgi arasında fark vardır. Bir insanın annesine duyduğu sevgiyle yıllardır beraber yaşadığı komşusuna olan sevgisinin birbirine yakınlaşması için o insanın dünyada algıladığı, gördüğü, yaşadığı birçok olayı çok naif bir şekilde içine alıyor olması lazım. Benim uzun süren komşuluğum, annemin-kız kardeşimin sevgisi kadar taze, saf ve yalın. Çünkü sevgiyi kirletmemeye çalışarak içimde tuttum. Ama eğer sevgiyi yapay, sentetik bir anlamda, sadece çıkarların, “Bana ne verir?” şeklinde içleştirilip hesaplanırsa hiçbir zaman yakın bir dostu veya komşuyu bir anne-baba gibi, bir kardeş gibi naif duygularla sevmek olası değil. Bu gerekçeyle zaten sevgiyi bilmezsin… Denge unsuru arayışında… sevgiyi belirli bir mesafeyi korumadan tutmak… kısacası sevgi hesap makinasıyla olamaz. Daha yalın, daha içsel (id duygusuyla), süper ego devreye girmeden duyumsanan gerçek sevgidir. …Ve tabii bu duygu karşı bir cinse aynı anda fiziksel dürtüleri de ortaya çıkaracak bir kimyayla birleşirse, o zaman aşk oluyor!
Acaba?
Uygarlığımızın devamı için, daha barışçıl, daha güvenlikli bir dünya yaratmak için insanlığın ortak bir paydada buluşması bir ütopya mı?
Tüm İbrahimî dinlerin buyruğu gibi… “Komşunu kendin gibi sev…”
Dergimizin matbaaya gideceği gün acı bir haber aldık. Maalesef, değerli dostumuz Mario Levi’yi kaybettik. Sevgili Mario, eylül sayımızın Kapak Konuğu idi. Ailesinin, sevenlerinin, hepimizin başı sağ olsun…
SUZAN NANA TARABLUS