Birleşik Krallığın dünya sistemindeki ekonomik, askeri ve siyasi gücünü temsil eden II. Elizabeth’in 96 yıllık yaşamına vedasıyla tarihin bir sayfasının daha kapanmasına tanıklık ettik. Kraliçe, uluslararası sistemde monarşinin ve kraliyet ailesinin temsil ettiği yumuşak gücün sembolüydü.
Dünyanın hüküm sürmüş en yaşlı ve Britanya’nın en uzun ömürlü hükümdarı, İngiliz Milletler Topluluğu üyesi, elli üç ülkeden on dördünün kraliçesi, aynı zamanda Topluluk Başkanı ve İngiltere Kilisesi Yüksek Valisi olan II. Elizabeth, 5 yaşında tahta geçen, 72 yıl boyunca Fransa kralı olan XIV. Louis hariç tutulursa Avrupa tarihinde tahtta en uzun yaşayandır.
Mısır Kralı I. Faruk, Mısır Devrimi’nde Hür Subaylar Hareketiyle tahttan çekilmeye zorlandığında (1952), Birleşik Krallık Hükümdarlığı için şöyle söylemişti: “Çok yakında dünyada sadece 5 kral kalacak: Biri İngiliz Kralı’dır, diğer dördü de İskambil kağıdındakilerdir.”
İngilizlerin dünyada ve özellikle Orta Doğu tarihindeki etkinliklerini övecek değilsem de, eğitim-öğrenimimin önemli bir bölümünü İngiliz okulunda tamamladığımdan edebiyatına, yaşam tarzına, davranış şekillerine aşinalığım İngilizlerin “demokrat” yönünü yakından deneyimlemem, ilkeli duruşlarından taviz vermeyen, disiplinli, geniş ufuklu, engin hoşgörüleriyle öğretmenlerimi sevmem, Kraliçe’ye de bir kadın olarak hayran kalmama sebep oldu.
Demokrasi demişken…
Demokrasinin ilk örnekleri antik Yunan şehir devletlerinde görülmüş olsa da bu anlayış geliştirilememiştir ve dünyanın diğer bölgelerine yayılamamıştır. 1215 yılında İngiliz Kralı tarafından imzalanan Magna Carta (Latince: Büyük Sözleşme), günümüzdeki anayasal düzene ulaşana kadar yaşanılan tarihsel sürecin en önemli basamaklarından biridir. Bu anlaşma bizler için ve demokrasi tarihi için önemli bir anlaşmadır. Bu anlaşma sayesinde anayasa kavramı dünyada ilk kez ortaya çıkmıştır ve hak, özgürlük, eşitlik gibi kavramlara önem verilmeye başlanmıştır.
Magna Carta’nın 39. maddesi: “Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke yasalarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, yasa dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır.”
Elizabeth, II. Dünya Savaşı’nın zorlu günlerinde motorize alaylarla çalışıyor, at biniyordu. Babasının beklenmedik ölümü üzerine 26 yaşında Britanya Kraliçesi olan II. Elizabeth kolay rastlanacak bir şahsiyet değildi. Bütün siyasi gelişmeler karşısındaki duruşu, aile fertlerinin skandal sayılacak olayları karşısındaki metaneti ve temsil ettiği asalet için tarihte unutulmaz bir yere sahip oldu.
Yazar arkadaşım Elena K. Uygan’ın “Lilibeth’in Ölümü” başlıklı yazısına ve Kraliçenin DERGİ kapağındaki resmine yer vererek II. Elizabeth’i tarihteki rolü için saygıyla anıyoruz.
Lordlar Kamarası’nın Yahudi bir mensubunun (hahamların hanedanı kutsadığı) sözleriyle yazımızı noktalıyoruz: “Blessed is he who has shared his glory with mortals of flesh and blood. / Zaferini, şanını etten kemikten ölümlülerle paylaşan kutsanmıştır.”